Şavşat Duvar Gazetesi Politika
ABD’nin yenilik modeli
(Haluk Geray'ın 4 bölümlük yazısının tümüdür.)
Amerikan Şirketler Derneği’nce (American Business Forum in Turkey) gerçekleştirilen ‘Daha İyi İş ve Yatırım Ortamı için Ürün ve Süreç Yeniliklerini Geliştirmek” başlıklı toplantısı geçtiğimiz hafta İstanbul’da gerçekleştirildi. Derneğin Türkiye’deki üyeleri arasındaki isimler arasında dünya devlerini bulmak mümkün: Microsoft, Pfizer, Motorola, Acer, Google bunlardan bazıları.
ABD hükümetinin konuya yaklaşımını ortaya koyan iki konuşma dinledik. Bunlardan birincisi ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Ross Wilson’un öğle yemeği konuşması, ikincisi ABD Dışişleri Bakanlığı Yetkilisi Mermoud J. Frank’ın açılış oturumundaki bildirisiydi. Her iki konuşmada da ortak temalardan biri fikri mülkiyet hakları koruması üzerineydi.
• • •
Örneğin, Büyükelçi Wilson, Türkiye’nin ekonomik gelişmesinin ve iyi bir inovasyon ve yatırım ortamı gerektirdiğini vurgulayarak, fikri mülkiyet korumalarının bu konuda büyük önem taşıdığını vurguladı. Türkiye’nin fikri mülkiyet haklarını korumadığı için bir süre öncesine kadar öncelikli izleme listesinde olduğunu hatırlatan Wilson, ekonomik yaptırım tehlikesi de içeren bu listede yer alan Türkiye ile ikili ilişkilerde önemli sorunlardan birinin bu konu olduğunu belirtti.
Fikri mülkiyet hakları konusunda çıkarılan yasalardan sonraki düzelme nedeniyle Türkiye’nin bu tehlikeli listeden çıkartılmasını memnuniyetle karşılayan Büyükelçi, bu alanda özellikle regulasyon ve uygulama anlamında Türkiye’nin önünde atacak adımlar olduğunu söyledi. Wilson, hükümetin bu alandaki kararlılığının büyük önem taşıdığının altını çizdi.
• • •
ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Mermoud J. Frank, aynı konu üzerinde dururken, Türkiye’nin yenilikler için Ar-Ge yapan kamu kurumları aracılığıyla verdiği desteklerin hızla arttığına dikkat çekerek hükümet harcamalarının son altı yılda yüzde 350 yükseldiğini belirtti. Bu çabaların meyvesini verebilmesi için fikri mülkiyet hakları korumalarının da önemli olduğunu vurgulayan Frank, Türkiye’nin ABD’nin öncelikli izleme listesinden çıkmasını sağlayan ve fikri mülkiyet haklarındaki korumayı güçlendiren değişikliklerin Türkiye’ye de yarar sağladığını savundu.
Türkiye’de 1996 yılında sadece 907 patente sahip olduğuna dikkat çeken Frank, bu yasal ve örgütsel değişiklikler sonrasında sayının 2006 yılında 5 bin 175’e yükseldiğini kaydetti. Frank’e göre, Türkiye’nin ekonomik gelişmesinde yenilikten yararlanabilmesi için gerekli kurallardan ikisi fikri mülkiyet korumalarının güçlendirilmesi ve eğitim alanına yatırım yapılması.
• • •
Gerek Büyükelçi Ross’un gerekse de Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Frank’in açıklamalarında Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin bilim ve teknoloji alanındaki gelişmelerden yararlanabilmeleri için bir gelişme modeli sundukları anlaşılıyor. Bu model öncelikle hükümetlerin genel düzenlemeler dışında piyasaya dokunmamamalarını öneriyor. Böyle bir ülkede yabancı dış yatırımın gelerek ülke kalkınmasını sağlayacağı, bunun için de kırtasiyeciliğin azaltılması, çalışma yasalarında ve sosyal güvenlik yasalarında değişikler yapılarak çekici bir ortamın oluşturulması gerekiyor. Bunun yanında dış yatırımın olabilmesi için fikri mülkiyet hakları korumaları ve eğitilmiş insan gücü yetiştirilmesi, yaşamsal öneme sahip iki unsur olarak sunuluyor.
(2)
Son yazıda, İstanbul’da gerçekleştirilen ‘Daha İyi İş ve Yatırım Ortamı için Ürün ve Süreç Yeniliklerini Geliştirmek” başlıklı toplantıda konuşan ABD Büyükelçisi ve Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin görüşlerini özetlemiştik. Amerikan Şirketler Derneği’nce (American Business Forum in Turkey) gerçekleştirilen toplantıda, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin bilim ve teknoloji alanındaki gelişmelerden yararlanabilmeleri için bir gelişme modeli sunduklarına değinmiştik.
Bu model öncelikle hükümetlerin genel düzenlemeler dışında piyasaya dokunmamalarını öneriyor. Böyle bir ülkede yabancı dış yatırımın gelerek ülke kalkınmasını sağlayacağı, bunun için de kırtasiyeciliğin azaltılması, çalışma yasalarında ve sosyal güvenlik yasalarında değişikler yapılarak çekici bir ortamın oluşturulması gerekiyor. Bunun yanında dış yatırımın olabilmesi için fikri mülkiyet hakları korumaları ve eğitilmiş insan gücü yetiştirilmesi yaşamsal öneme sahip iki unsur olarak sunuluyor.
• • •
Bu modelin temel unsurlarını, 2000 yılında Dünya Bankası’nca yayımlanan ‘1998/99 Dünya Kalkınma Raporu: Kalkınma için Bilgi” raporunda bulmak mümkün. Dünya Bankası bu raporunda ilginç bir söylem kullanarak, gelişmekte olan ülkeler için bilim ve teknolojinin rolünün ne olduğunu ‘ötekiler” için tanımlamaya çalışıyor. Öncelikle neyin yapılmaması gerektiğini oldukça ikna edici biçimde koyan bir söylemle ‘tekerleği veya bilgisayarı yeniden keşfetmeye gerek olmadığı”nı hatırlatarak başlıyor rapor (s.7-8). Gerçekten de okuyunca hemen ikna oluyor insan.
Oysa bu söylem giderek, gelişmekte olan ülkelerin yerel bilgi üretimiyle bilgi transferi arasındaki dengede ikinciyi öneren bir politikayla örtüşüyor. Çünkü bu yaklaşıma göre ‘Bilgi ışık hızında yayılan bir şeydir” ve günümüzün iletişim teknolojileriyle gelişmekte olan ülkelerin gereken bilgiyi aktarmaları ve bu bilgiyi kendi yerel ortamlarına uydurmaları yeterlidir. Raporda, paraya sahip olan zengin ülkelerin bilimsel ve teknolojik Ar-Ge çalışmalarına ayırdıkları parayı gelişmekte olan ülkelerin ayırmasına gerek olmadığı; onların yapacağı Ar-Ge çalışmalarının daha çok piyasa dostu ve orta dereceli teknolojiler olması gerektiği izlenimi ediniliyor.
• • •
Büyükelçi Wilson’un hükümetlerin piyasalara müdahale etmemesi gerektiğini vurgulaması, Dünya Bankası raporundaki yaklaşımla bir araya getirildiğinde, ‘sanayi politikaları” uygulanmasının son derece yanlış olduğu anlaşılıyor. Bir anlamda Asya-Pasifik gibi önemli sıçralamalar gerçekleştiren ülkelerin ‘kalkınmacı devlet” anlayışının somut uygulamalarını içeren sanayi politikalarının uygulanmaması gerektiğini savunuyor, ABD tipi yenilik modeli.
Oysa bilim ve teknolojide atılım yapan her ülke, ABD dahil olmak üzere sanayi politikaları uygulayarak bu gelişimini sağlamıştır. Örnek isterseniz, Japon yarı iletken sanayisine karşı 1980’li yıllarda başlatılan ve 1990’lara kadar süren SEMATECH programı, ABD sanayi politikasının en kusursuzlarından biridir. Askeri/uzay amaçlı satın alma programları sanayi politikasından başka bir şey değildir. ABD modeli, bu ve benzer yaklaşımlarla, gelişmekte olan ülkelerin özellikle nanoteknoloji, biyoteknoloji/genetik başta olmak üzere geleceğin dünyasını belirleyecek olan ileri teknolojiler alanında söz sahibi olmasını engelleyici bir model olarak karşımıza çıkıyor.
(3)
ABD’nin gelişmekte olan ülkelere önermekte olduğu ‘yenilik modelinin” özellikle ileri teknolojileri dışarda bırakması ve kalkınmacı devlet anlayışı yerine sadece ‘piyasa dostu” varsayılan günümüzdeki teknolojileri vurgulamasına dikkat çekilmesi gerekiyor. Çünkü bir şeyin piyasalarda olması, onun günümüzün teknolojisi olduğunu çağrıştırıyor. Oysa dünyadaki akıllı ülkelerin çoğu öngörü (foresight) tekniklerine dayalı gelecek teknolojijleri üzerine olan araştırmalara odaklanıyor. ABD’nin önerdiği yenilik anlayışıysa daha çok teknoloji transferine odaklı.
Oysa önümüzdeki yıllara doğru bakıldığında biyoteknoloji, nanoteknoloji ve enformasyon teknolojilerinin ölçeksel bir devrimin eşiğinde olduğu görülüyor. Günümüzdeki bilişim teknolojilerini mümkün kılan, milimetrenin altında gerçekleştirilebilen mikro ölçekte elde edilen başarılardı. Mikro ölçeğin altına geçildiğindeyse nano dünyası başlıyor (1 nanometre 1 milimetrenin milyonda biri). Yani atomlar ve moleküller dünyası... Bu dünyanın sırlarının bazılarını çözüp belli amaçlar için işe konulduğu zaman buhar gücü veya elektrik kadar önemli bir ‘devrimin” ortaya çıkması bekleniyor. Görünen o ki, önümüzdeki 20 yılda önemli değişiklikler olmazsa bu yeni devrim kapitalizm açısından üretici güçlerin tepeden tırnağa yenilenmesi açısını içerebilir. Acaba gelişmekte olan ülkeler açısından bir umut var mı?
• • •
Gelişmekte olan ülkelerin bir bölümü bunu kendi ulusal konumlarını değiştirmek için bir fırsat olarak görüp çalışmaya başlamışlar. Örneğin Çin Halk Cumhuriyeti konuya son yıllarda o kadar önem vermiş ki, patent başvurusu açısından ABD ve Japonya’dan sonra üçüncü geliyor. Hindistan 2009 yılına kadar 20 milyon ABD Doları yatırım yapmayı planlıyor. Hindistan’daki bazı firmalar nanoteknolojiyi kullanarak kanserli hücrelerin yok edilmesini sağlayan yeni ilaçların onaylanmasını bekliyor. Brezilya’nın 2007 yılına kadarki dört yılda nanobilim için harcadığı paranın tutarı 25 milyon ABD Doları olmuş. Güney Afrika ve Meksika gibi ülkelerde de benzer gelişmeler olduğu biliniyor. Çünkü bu ülkeler, kaçırdıkları sanayi devrimi yerine bu yeni ‘devrimi” yakalamak istiyor.
ABFT Türkiye toplantısında ABD yetkililerinin önerdikleri türden bir bilim, teknoloji ve yenilik politikasının aslında akıllı gelişmekte olan ülkeler tarafından kendi yararlarını sağlayacak biçimde uyarlanabildiğini görüyoruz. Kaldı ki bir ülkenin ileri teknolojilere kaynak ayırması, diğer orta ve kısa dönemli teknolojileri ıskalaması anlamına gelmiyor. ABD modelinin belki de en geçerli olduğu alanlardan birisi ağ üzerindeki hizmet ve içerik uygulamaları.
• • •
Örneğin Google, Youtube gibi yeniliklerin ortaya çıkışı hiç kuşkusuz önem taşıyor. Google Pazarlama Müdürü Mustafa İlci firmanın başarısını küçük projeler gerçekleştiren yaratıcı ve genç ekiplerin yaptığı çalışmalara bağlı olduğunu anlatıyor. İlci’ye göre, günümüzün ağ gerçeğine göre ‘Artık büyük firmalar küçükleri değil, hızlı firmalar yavaşları yutacak”. Bu bağlamda bireysel yaratıcılık, fikir özgürlüğü, fikri hakların korunması gibi unsurlar hiç kuşkusuz önem taşıyor. Vurgulamak istediğimiz bunu yaparken, öngörü tekniklerine dayalı ileri teknoloji alanları için çalışmaktan vazgeçmemek.
Örneğin nanoteknoloji özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından büyük önem taşıyabilir. Su arıtma ve temiz su sağlanması; ilaç dozlama sistemleri; besin işleme ve saklama; hava kirliliği ve önlenmesi; konut yapımı; sağlık izleme. Okuyucularda bütün bu işlerin zaten yapılabildiği izlenimi uyanmış olabilir. Nanoteknolojinin farkı şurada: Bütün bu işlemler bugünkü tekniklere göre olağanüstü verimlilik sağlayacak derecede yapılabildiği zaman büyük ucuzluklar ve tasarruflar ortaya çıkabilecek. Nanoteknolojiyi kullanarak konut yapımı için öyle malzemeler geliştirebilirsiniz ki, bugünkü ev maliyetleri beklenmedik düzeyde düşebilir. Ayrıca depreme dayanıklılığı da sağlanmış olabilir. Onun için, gelişmekte olan ülkelerin akıllıları şimdiden milyonlarca doları bu araştırmalara harcıyor. Çünkü sağlayacağı tasarruf yüz milyarlarca ABD Doları’na bedel olabilir!
(4)
Dört haftadır, Amerikan Şirketler Derneği (ABFT) tarafından düzenlenen bir toplantıdan hareketle, ABD’nin gelişmekte olan ülkelere genel olarak önermekte olduğu ‘yenilik modelinin” olup olmadığını tartıştık. İlk yazı yazıldığında ABFT’nin toplantıya yönelik deklarasyonu henüz açıklanmamıştı. Ayrıca ABD Büyükelçisi Ross Wilson’un öğle yemeği konuşması da elimize geçmemişti. Dolayısıyla bu deklarasyonu ele alıp, Wilson’un konuşma metnine değinmek gerekiyor.
• • •
Yaklaşık 250 firma temsilcisi, uzman ve akademisyenin katıldığı toplantı sonunda "Eyleme Geçmek İçin 12 Çağrı” bildirisi yayımlandı. Bildiri oluşturulurken katılımcılar dileklerine göre panellere ayrıldı ve etkileşimli olarak konuları tartıştı. Bu panellerde hem ABD’nin bizim var olduğunu söylediğimiz zımni modeline yaklaşan hem de uzaklaşan görüşler tartışıldı. Sonuçta bildiri şöyle ortaya çıktı:
»Türkiye’yi Ar-Ge ve inovasyon konusunda uluslararası karar alıcıların ve akademisyenlerin radar ekranına sokmak gerekmektedir.
»Türkiye’ye ilişkin uluslararası nitelikte karşılaştırılabilir veriler ne yazık ki oldukça eski ve yetersizdir.
»Türkiye Ar-Ge ve inovasyon konusunda son yıllarda önemli bir atılım içindedir. Dolayısı ile mevcut durumu yansıtmayan eski ve yetersiz verilerin TÜİK tarafından bir an evvel güncellenmesi gerekir.
»Risk sermayesi konusunda devletin yüzde 50 ortak olacağı bir platform oluşturularak girişimcilerin yeni projelerine fon sağlanması, ilerlemeye yardımcı olacak çözümlerden biridir.
»Yenilikçi fikirleri desteklemek için tüm eğitim kurumlarının inovasyon konusunda her sene yarışma düzenlemelerinin devlet tarafından teşviki ve desteklenmesi gerekmektedir.
»Bir Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın kurulması Türkiye’nin inovasyon ilerlemesi için ihtiyaçtır.
»İnsan gücünün iyi yetiştirilmesi anlamında sıkıntılar bulunmaktadır. Matematik, fizik, bilgisayar ve yabancı dil eğitimine gerekirse ara eğitimlerle ağırlık verilmesi gerekmektedir.
»Ülke genelinde üretim yeteneklerinin ‘kümelenme” ekonomik modelleri ile hayata geçirilip sürekliliğinin sağlanması gerekmektedir.
»Belirli konularda uzmanlaşmış olanlar ortaya çıkarılıp ileri teknoloji üretimine yoğunlaşmak gerekmektedir.
»Özellikle ilaç ve biyofarmasötik konusunda araştırma ve geliştirmeye öncelik verilmelidir.
»Türkiye’nin rekabetçilik konusunda Avrupa standartlarına uygun şekilde çalışma ve projelerini devam ettirmesi gerekmektedir.
»Sosyal ve kültürel özelliklere dikkat edilerek gelişimi takip edip sağlamak sağlıklıdır.
• • •
Yukarıdaki 12 eylem alanı doğaldır ki, panellerde üretilen fikirleri yansıttığı için bir model olarak ele alınabilecek nitelikte olmayabilir. ABD’nin örtük modelinin önemli bir yanı ileri teknolojileri dışarda bırakması ve kalkınmacı devlet anlayışı yerine sadece ‘piyasa dostu” dostu varsayılan günümüzdeki teknolojileri vurgulaması olduğunu önceki yazılarda belirtmiştik. Oysa, dünyadaki akıllı ülkelerin çoğu öngörü (foresight) tekniklerine dayalı gelecek teknolojijleri üzerine olan araştırmalara odaklanıyor.
Bu açıdan ele alındığında 12 eylemden bazıları, örneğin uzmanlaşmış ileri teknoloji üretimine yoğunlaşmak gereği bu açıdan modelin eksikliklerini giderici bir çağrı olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın kurulması da önemli bir öneri olarak göze çarpıyor. ABD yetkililerinin büyük vurgu yaptığı fikri mülkiyet haklarının düzenlemelerinde ve denetiminde yeni girişimlerin yapılması isteği bu çağrı metninde yer almıyor. Demek ki katılımcılar bu tür bir vurguyu yapmaya gerek duymamış.
Öte yandan ileri teknolojiye dayalı üretimin hedeflenmesi nitelikli işgücüne dayalı, yüksek katma değer içeren ürün ve hizmetlere yönelik olarak Ar-Ge çalışmalarının, programlarının uygulanmasının desteklendiği anlamına geliyor. Çağrı metninde özellikle ilaç ve biyofarmasötik alanları vurgulanmış durumda. ABD firmaları bu alanda acaba bazı Ar-Ge çalışmalarını Türkiye’ye kaydırmak mı istiyorlar?
Bu konuda dikkatli olmak gerek, çünkü ürünün bütününe sahip olmadan yüksek katma değer elde etmek mümkün olmayabilir. Türkiye’nin bazı firmalarında, yerel sermaye çoğunluğu kaybedildikten sonra uluslararası çapta geliştirilen ürünlerin bazı Ar-Ge işlerinin taşeronlaştırılması uygulamasına girdiklerini görmüştük. Bunun sonucunda Türkiye beklenen yararı sağlayamadı. Burada da benzer bir durum olabilir mi? ABFT toplantısının, Türkiye’nin kendine özgü modeli bulmasına yardımcı olacak arayışları önermesi anlamında son derece yararlı olduğunu belirtmek gerek.
Bu İçerik 897 Kez Görüntülendi