Şavşat Duvar Gazetesi Şavşat Gündemi
Hidroelektrik Santrallere Niçin Karşıyız ? - ( I )
Bugün Türkiye’nin enerji ihtiyacının %43’ü doğal gazdan, %27’si Hidroelektrikten, %23’ü kömürden ve geri kalan %4’ü de fuel oil’ den karşılanmaktadır. Rakamların çok net gösterdiği gibi Türkiye’nin enerji üretimi doğal gaza, dolayısıyla dışarıya bağımlıdır.
Yine, hiç şüphe yok ki, Türkiye’nin mevcut hidroelektrik potansiyelinin geliştirilmesi ve planlı bir şekilde harekete geçirilmesi halinde, en başta enerjideki bu dışa bağımlılığın azalması mümkündür. Ayrıca hidroelektrik yenilenebilir olduğü için de iyi bir planlama yapıldığı takdirde doğaya en az zarar veren enerji kaynağıdır.
Fakat bu açığı sadece hidroelektrikten karşılamaya çalışmak, bu yüzden bütün dereleri hidroelektrik santrallerle doldurmak ise büyük bir yanılgıdır. Dahası rüzgâr ve güneş gibi alternatif eneri kaynaklarını devreye sokmayarak adeta bütün açığı bu derelere yüklemek Doğu Karadeniz’in eşsiz doğasını mahvetmek demektir.
Kaldı ki, bölgemizde yapılmaya çalışılan yüzlerce HES, canlı yaşamın ve kalkınmanın uyumunu gözetecek bir planlamanın sonucunda değil, aksine büyük bir talanın ve soygunun hazırlığıdır.
Bu niçin böyledir?
2003 yılında çıkarılan ‘Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” ile derelerdeki su kullanım hakkı özel şirketlere devredilmektedir.
İster bu alanda iş yapsınlar ister yapmasınlar şirketler bu yasadan sonra, tabiri caizse, aç kurtlar gibi dereleri parsellemeye ve adeta kapmaya yöneldiler. İşte bu aşamadan sonra Türkiye’nin tümünde yaklaşık 2000, D.Karadeniz de ise 600 civarında HES yerli ve yabancı şirketler tarafından adeta kapışılmış vaziyettedir.
Bu şirketler üretecekleri elektriği Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt A.Ş’ ye satacaklar. Öyle ki, 8’9 yılda yapılan bu yatırım tümüyle amorti edilebiliyor. Geri kalan 40’41 yıl ise şirketlerin kar hanesine kalıyor.
Şimdi sormak gerekiyor. Siz buna ülke ve toplum yararına bir kalkınma planıdır diyebilir misiniz? Sözde dışa bağımlılığı azaltacağım derken, ya da böyle bir iddiayı ileri sürerken yeni bir soyguna, derin bir talana, geri dönüşü zor olan büyük bir doğa tahribatına meydan vermiş olmuyor musunuz? Şavşat’ın 4 ana deresine 20 civarında santral yerleştirerek dereleri tümüyle kurutacak bir kalkınma stratejisi nerede görülmüş?
Demek ki, bağımlılık ilişkisi dışsal bir olgu olmaktan çıkarılarak bir tür içselleştirilmiş oluyor. Yani özelleştirme yoluyla her şeyini satan bir ülke çok daha derin, çok daha karmaşık bir bağımlılık içinde demektir.
O nedenle şirketler, yani yerli ve yabancı kapitalist güçler de boş durmuyor. Bu karlarını garanti altına alabilmek için gerekli olan yasal düzenlemeleri birer ikişer çıkarttırıyorlar. Öyle ya yarın olası bir iktidar değişikliği gündeme geldiği vakit bu soygunun çarkı kolayca bozulmasın istiyorlar. O yüzden çıkarılan yasalar bu şirketleri ve karlarını korumaya ve garanti altına almaya dönük hazırlanıyor. İleride bu santralleri devletleştirmek istediğiniz zaman, astarı yüzünden pahalıya mal olacak yasal güvenceler oluşturuluyor.
Yine bu santralleri koruyabilmek için de özel güvenlik birimleri kuruluyor. Daha şimdiden mafya vari, uyuşturucu ve kirli işlerden hüküm giymiş tipleri yöre halkını sindirmek ve korkutmak amacıyla kullanmaya çalışıyorlar. Adeta devlet içinde devlet görünümü ile yöre insanının huzurunu kaçıracak girişimlerin tohumları atılıyor. Düşünün ki, sadece D. Karadeniz de 600 civarında santralın korunması için yüzlerce özel güvenlik elamanı koruculuk görevi yapacak. Aynı derelerden tarlasını, bağını, bahçesini sulamak isteyen yöre insanı ile şirketlerin korucuları arasında gerilim ya da çatışma yaşanması kaçınılmaz görünüyor. Bolivya’da yağmur suyunu biriktiren köylülere dahi böylesi şirketlerin korucuları tarafından müdahale edildiğini basından öğreniyoruz. Şirketler bu yöreye tam olarak yerleştikten sonra benzeri uygulamaları yaşamayacağımızın hiçbir garantisi yoktur.
Acaba bu durum geçmiş tarihimizde neyi hatırlatıyor dersiniz? Bize Osmanlının son 40 yılına hükmeden ve Duyun-u Umumiye ile birlikte kurulan Reji sistemini çağrıştırıyor. Çünkü bu reji sistemi hem kendini korumak hem de tahsilât yapmak için özel kolcular oluşturmuş ve tütün şirketleri 20 bin insanın ölümüne neden olmuştu.
O nedenle tarihimizden gerekli dersi çıkararak; aç gözlü şirketlerin bu talan düzenine karşı, il il, ilçe ilçe, vadi vadi Derelerin Kardeşliği şemsiyesi altında yan yana gelerek Trabzon, Gümüşhane, Rize ve Artvin illerini kapsayan yaygın bir dayanışma ve karşı çıkma refleksi geliştiriyoruz.
Sen yoksan bir eksiğiz demektir.
Bu İçerik 38258 Kez Görüntülendi