Şavşat Duvar Gazetesi Yaşam
Yolların sonu: BARHAL
Bu hafta Barhal’a gidiyoruz. Barhal, vadileri, dereleri, yaylaları, el değmemiş ormanları, buzul gölleri ve zengin yaban yaşamıyla Türkiye’nin en güzel köşelerinden biri. Türkiye hatta Yusufeli sıcaktan kavrulurken bile karlı dağların eteğindeki Barhal soba yakılacak kadar serin oluyor.
Parhal ya da şimdi kullanıldığı biçimiyle Barhal Yusufeli’ne bağlı büyük bir köyün, Artvin-Rize sınırını oluşturan bir sıradağın; bu dağdan doğup Çoruh’a katılan bir çayın ve aynı zamanda geniş bir bölgenin de adı. Barhal adı halk arasında Parkhal olarak telaffuz ediliyor.
Barhal adının kökeni konusunda birkaç tez var. Parkala kelimesinin Luwi dilinde tepecik ya da kulecik anlamına geldiği biliniyor. Pers dilinde cennet gibi yerleri olan anlamına gelen Poruhvathra kelimesininde Ermenice’de de otlak, yaylak gibi bir anlamı varmış. Parhali kelimesi Gürcüce’de de otlak anlamına geliyormuş. Yani adını içinde bulunduğu coğrafyadan aldığı anlaşılıyor. Artvin’deki yer adlarının yüzde doksanının Gürcüce ve Lazca olduğu biliniyor, ancak çoğu ‘sözde” yeni adlarla değiştirilmiş ve binlerce yıllık geçmişiyle bağı koparılmış. Barhal’da bundan nasibini almış, dağın ve köyün adı Altıparmak olarak değiştirilmiş.
Barhal ya da şimdiki adıyla Altıparmak 33 mahalle, 20 mezra ve 8 yayladan oluşan oldukça geniş bir alana yayılmış büyük bir köy. Altıparmak ve komşu köy Bıçakçılar’da halkın büyük çoğunluğu Gürcüce konuşuyor.
Barhal’a Yusufeli’nden Barhal Vadisi’ni takip eden bir yolla ulaşılıyor, bu yol oldukça dar ve tehlikeli. Ancak bir o kadar da etkileyici. Barhal’dan sonra bir köy daha var, anlayacağız yolların sonu burası. Barhal’da üç güzel pansiyon var, bu köyde konaklayıp çevreyi keşfe çıkmak en mantıklısı. Barhal çevresindeki evler yörenin doğasına ve yaşam koşullarına uygun bir şekilde taş ve ahşap kullanılarak inşa edilmiş. Genelde üç katlı olan evlerde giriş katı ahır, ikinci kat yaşama mekanı, üçüncü kat ise samanlık ve malzeme depolama yeri olarak kullanılıyor.
BİN YILDIR AYAKTA
Ortaçağ’da Tao-Klarceti yöresinin önemli bir yerleşimi olduğu bilinen Barhal, Türklerce ilk olarak 1048 yılında ele geçirilmiş, ancak daha sonra Gürcüler geri almış. Tarihçi Panaret, 1357’de Trabzon Rum İmparatoru 3. Aleksios’un Barhal’ı Gürcülerin elinden aldığını anlatır. Ortaçağ’da Tao-Klarceti bölgesinde Bagratlılar Hanedanınca Gürcü ve Ermeni prenslikleri kurulmuştu. (Bagratlıların Ermeni kökenli olmasına rağmen Ardanuç’ta Gürcü Kralı olarak tahta çıktıkları ve Rum Ortodoks kilisesine bağlı oldukları bilinir.) Bu dönemde Artvin yöresi aralarında Barhal kilisesinin de bulunduğu onlarca yapıyla donatılmıştı. Yöre 16. yüzyıl’ın ortalarında Osmanlı topraklarına katılmış ve Müslümanlaşmıştı.
Altıparmak (Barhal) köyünde, aradan geçen bin yıla rağmen ayakta duran ve şimdi cami olarak kullanılan bir kilise var. Bu yapı aslında bir manastırın kilisesiymiş. 973 yılında Şatberdi Manastırı’nda yazıldığı bilinen ‘Parhal İncili”nden manastırın Gürcü Kralı David Magistros tarafından 961-973 yılları arasında inşa ettirildiği ve kilisesinin de Vaftizci Yahya’ya adandığı anlaşılıyor. Kilisenin duvarlarındaki bir yazıtta da, Gürcü Patriği 8. İovan (1495-1507) döneminde onarıldığı anlatılıyor. Gürcü kralı Büyük Aleksander (1412-1442) döneminde kilisenin güney girişinin, Atabek Kvarkvare tarafından da 1518 yılında kilisenin batı girişinin önüne bir mekan eklenmiş, sonradan eklenen bu mekanlar zaman içinde yıkılmış. Yapının planı yakınlardaki Dört Kilise’yle büyük benzerlik gösteriyor, büyük olasılıkla aynı mimarın elinde çıkmış olmalı.
Yapının orijinalde dört giriş kapısı varmış, şimdi yalnızca batı cephesindeki kapısı kullanılıyor, 1677 yılında camiye çevrilirken kuzey ve güney girişleri örülerek kapatılmış. Dönemine göre olağanüstü büyüklükte olan yapının çatı yüksekliği 22 metreyi buluyor. Dış cephesinde ise sekiz Gürcüce yazıt var. Gürcüce yazıtların içinde Lazca kelimelerinde bulunduğu öne sürülüyor ve bu durum yapımında çalışan Laz ustalara bağlanıyor. Batı ve kuzey duvarlarında pencerelerin üzerindeki süslemeler arasında, kuzeydeki iki pencerenin üzerinde bir aslan ve karşılıklı iki tavuskuşu, güney kapınındaki pencere üzerinde kollarını iki yana açmış sakallı ve uzun etekli tunik giyen erkek betimi görülüyor. Yanındaki yazıtta Teodore olarak anılan adamın yapının mimarı olduğu sanılıyor.
HAZİNEYLE YİTİRİLMİŞ AKILLAR
Halk arasında Barhal Kilisesi’nin altının altınlarla dolu olduğuna inanılıyor. Mahzendeki hazineyle ilgili söylenceler ise almış, yürümüş, nihayetinde birçok yurttaşımız aklını bu hazineleri bulma yolunda yitirmiştir. Yeri gelmişken bu söylencelerden birinden söz etmek istiyorum: ‘Eskiden, Barhal kilisesinin olduğu yerde bir Ermeni bakırcı yaşarmış. Bir gün bakırcı, çırağını da yanına alarak kilisenin altındaki mahzene inmiş, yedi demir kapıyı okuyup üfleyerek açıp, içeri girmişler. Çok büyük bir hazine bulmuşlar, ancak hazinenin üzerinde kocaman bir yılan yatıyormuş. Bakırcı hazinenin ve yılanın büyülü olduğunu anlamış. Büyüyü bozacak dualar okumuş, dua okudukça yılan küçülmüş, sonunda bir kertenkele haline gelmiş, ama bakırcı büyüyü bozamadığı için hazineye el sürmekten korkmuş. Mahzendeki bir rafta altın yaldızlı bir kitapla, altın bir tabak görmüş, onları alıp koltuğunun altına koymuş. Sonra yine dua okuyarak kapanan yedi kapıyı açıp dışarı çıkmışlar. Ermeni bakırcı mahzenden aldığı altın tabak ve kitapla Batum’a gitmiş, onları satıp zengin olmuş. Yıllar sonra bir Barhallı Batum’a gitmiş, orada Ermeni bakırcıya rastlamış. Ermeni bakırcı, adama nerelisin diye sormuş; Barhallıyım yanıtını alınca :’Barhal beni abad etti” demiş.” Hazineyle ilgili tevatürlerdeki dikkat çekici nokta ise şudur; Barhal Kilisesi bir Gürcü Kilisesi olmasına ve Barhal’da Ermeni izi görülmemesine rağmen hazineye konu olan söylencelerde hep Ermenilerin adı geçiyor.
Ad değiştirme furyasından bir tek Barhal Çayı kurtulmuş, çok şükür hala eski adı kullanılıyor. Şimdilerde tanınmış bir rafting parkuru haline gelen çayın iki ana kolu var. Bunlardan biri Yaylalar köyü tarafından gelen Heveg suyu ve Barhal Çayının ana kaynağı olarak kabul edilen Kocaçay.
DERELERE TIPA TAKMAYIN
Barhal yöresindeki her vadi ayrı bir güzellik taşıyor, bu vadiler çok zengin bir ekosistemi de barındırıyor. Ancak şimdi bu güzelim doğa parçası için tehlike çanları çalıyor. Zira Çoruh’u ekonomik ömrü tartışmalı 27 barajla tanınmaz hale getiren zihniyet gözünü derelere dikmiş durumda.
Oysa Türkiye’nin güneş enerjisi potansiyelinin yıllık enerji ihtiyacımızı karşılayacak düzeyde (rüzgarın ise iki katı) olduğu söyleniyor. Hal böyleyken ithal kömür yada doğalgazla çalışan termik santrallerden nükleer santrale kadar, her anlamda yüksek maliyetli projeler gündeme geliyor. Birileri müteahhitleri zengin etmeyi kafasına koymuş olmalı ki Karadeniz’in derelerine de tam 426 hidroelektrik santrali yapılması planlanmış.
Derelere tıpa takmanın ekosistemi mahvetmenin daniskası olduğunu herhalde bu projelere onay verenlerde biliyordur. Üstelik daniskalık barajlarla da bitmiyor, yaylaları birbirine bağlayacak yollar açılarak doğanın hassas dengesinin canına okunuyor. Bir çok soru geliyor insanın aklına: Üç kişi zengin olacak diye derelere tıpa takılır mı? Çevrecinin daniskasına bu yakışır mı? Adam memleketini bu hale getirir mi? Zulamızda güneş varken, rüzgâr varken, dereye ne gerek var ki?
Di mi iki gözüm hemşerim…
nasıl gidilir?
Yusufeli; Erzurum’a 139 km, Artvin’e 120 km uzaklıkta. (İstanbul’dan Artvin’e otobüsle gitmek yaklaşık bir gün sürüyor. Bu yüzden uçakla Erzurum ya da Trabzon’a gitmek en doğrusu)
Yusufeli’ye 31 km uzaklıktaki Altıparmak (Barhal) köyüyle ilçe merkezi arasında minibüsler çalışıyor. Bu dolmuşlarla Barhal’a 16 km uzaklıktaki Yaylalar köyünün Olgunlar (Meretet) Mahallesi’ne kadar gidilebiliyor. Burada yollar bitiyor, Kaçkar geçişleri genelde buradan başlıyor.
ERSOY SOYDAN / BirGün
Bu İçerik 13718 Kez Görüntülendi